_Ağustosun ilk haftası, tıpkı dönerken aniden duruveren bir dönme dolabın en tepesindeki koltuk gibi, yaz mevsiminin ve upuzun senenin doruğunda adeta asılı duruyordu. Önceki haftalar, çiçek kokulu ilkbaharla birlikte zirveye doğru ağır ağır yükselmişti. Gelecek haftalarsa, kışın dondurucu soğuklarına doğru giderek alçalacaktı. Ama ağustosun ilk haftası kıpırtısız ve sıcak. Her zaman böyle olur. Hatta merak uyandıracak kadar sessizdir, şafaklar bembeyazdır, ay öfkeyle parıldar, gün batımı rengârenk bir örtüye döner. Çoğu kez, geceleri şimşek çakar, ama can dostlarından uzakta, yalnız başına titreşir durur; yıldırımlar düşmez, ferahlatıcı yağmurlar yağmaz. Bu günler tuhaf ve boğucudur, bayıltacak kadar sıcaktır, insan bu günlerde daha sonra pişman olacağı işler yapar.
_İşte tam da böyle bir zamanda kendisi gibi ahşap merdivenleri bulunan ahşap evden bir fısıltıyı andıran kısık bir ses yükseldi: “Pack!” Uğraşmayı asla sevmeyen bir cadı olarak bavul toplamak da hiç ona göre değildi. Dudaklarını biraz kıpırdatıp asasını salladığında bavulu baştan sona toplanmıştı. Bu ağustos sıcağında pişman olacağı bir iş yapmış olabilir miydi? Hogwarts’ın teklifini bu yaşta kabul ederek iyi bir iş mi yapmıştı? Senelerce öğrencilik yıllarını geçirdiği büyülü okuluna şimdi bir profesör olarak girecekti. 19 yaşında bir profesör. Bu iş için çok genç olduğunu düşünmesi belki de doğruydu fakat karar, karardı sonuçta. Bu güne kadar ne zaman kararından döndüğü görülmüştü? 19 yaşında bir Biçim Değiştirme Profesörü olarak Hogwarts’a 1 ay önceden gitmek istemişti. Orada kalacağı oda konusunda endişeleri vardı ve en azından oraya büyüyle yatağını göndertmemek için kalacağı yeri görmesi gerekiyordu.
_Uzun, beyaz rengi bluzu ve kot pantolonunun altına giydiği siyah topuklu ayakkabılarının tıkırtıları eşliğinde ahşap merdivenlerden aşağı indi. Krem rengi kadife kumaşlı kaplı koltuğun kenarına usulca oturdu. Salonunu baştan sona duvarlardan çerçevelere kadar süzdü. Üçlü krem rengi kanepesinin iki yanında bulunan koyu kahverengi ufak masacıkları duruyordu. Birinin üstünde tüm saflığıyla cam bir vazonun içinde duran beyaz gül ve yanında telefon varken diğerinde iki çerçeve durmaktaydı. Çerçevenin birinde tüm ailesinin resmi durmaktaydı, diğerinde ise, ahh o fotoğrafı görmek bile istemiyordu. Biricik kardeşi Hellen’i tabi ki de hala seviyordu fakat muggle biriyle birlikte olması fikri Adriana’yı çıldırtıyordu. Fotoğrafı dikkatle inceledi. Slytherin’den mezun olurken giymeye karar verdikleri 1. Sınıf cübbelerinin içinde kahkahalarla gülüyorlardı. Sadece büyülü dünyada çok mutlulardı fakat Hellen muggle dünyasını seçmişti. Yuu denilen zavallı bir muggle’la birlikte Japonya’da oturuyorlardı. Bu sefer de gözüne resmin çerçevesi takıldı. Koyu ahşaptan çerçevenin alt tarafında, beyaz simlerin çevrelediği yine beyaz olan bir kalp bulunmaktaydı. Bunları Hellen koymuştu. Deli kardeşini gerçekten özlemişti fakat şimdi özlem veya ziyaret vakti değildi. Ayağa kalkıp topuklarını tıkırdatarak kitaplığına yaklaştı. İnceli kalınlı kitaplar fazlasıyla tozlanmıştı. Eline geçen ilk kitabı aldı ve üzerindeki tozları bir çırpıda üfledi. Birkaç sayfasını okuyup yerine bıraktı. Tozlarla uğraşacak vakti yoktu, ne de olsa daha da fazla tozlanacaktı. Topuklarının üzerinde döndüğü sırada eli bir şeye çarptı. Küçük, ahşap ve sevimli bir saatti bu, daha 8 yaşındayken Hellen almıştı. Tam da Hellen’li hatıralara dalmak üzereyken akrebin yelkovanı ne kadar da hızlı kovaladığının farkına vardı. Yaz ortasında hiç kimse ekspresi kullanmıyordu fakat o gitmek istediğinden onun için ekspresi çalıştırmışlardı. Ve tam 21 dakika sonra ekspres kalkacaktı. Hemen büyüyle toparladığı bavullarını eline aldı ve kapıya koşuşturdu. Acele iş yapmaktan her zaman nefret etmişti ama başka çaresi de yoktu.
_ “Colloportus!” Kapıyı aceleyle ve gizli bir şekilde mühürledi. Evine girip bazı şeylerin karıştırılmasına izin veremezdi ve artık kilitlerin çok kolay açılabileceğini öğrenmişti. Neyse ki kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde değildi yaşadığı yer ve anında taksi bulabildi. Adresi hızla söyledikten sonra 10 dakika içinde gitmesi haliyle yüklü bahşişi garantiledi şoföre. Şoför bahşiş için kestirme arka sokakları kullanıyor, hız limitinin sınırlarını zorluyordu. Neredeyse 9 dakika içinde gelebilmişlerdi ve Adriana vaat etiği şeyi vermekte gecikmemişti. Ağır bavullarını taşımak onun için sorun değildi. Kolları gerçekten de çok güçlüydü fakat çok sevdiği ince topuklarının üzerinde koşmakta zorlanıyordu. 9. Ve 10. Peronlar arasındaki kolondan hızla geçti. 9 ¾ peronu ilk defa bu kadar boştu. Buraya öğrenciyken geldiğinde her zaman bir kargaşa olduğundan gelir gelmez hemen bavullarını yerleştirip kendini kompartımanına atardı. Kalabalığı hayatı boyunca hiç sevmemişti. Şimdiyse geldiğinde burası hiç olmadığı kadar boştu. Ağustosun sıcağında tuğla duvarlar belki de çok uzun süre sonra aceleci topuk tıkırtılarını yankılatıyordu. Adriana bavullarını taşla örülü yere koydu. Ekspres birazdan gelirdi. O sırada da kızıl tuğlalarla örülmüş duvara yaslandı. Duvarlar sadece kızıl tuğlalardan ve onları birbirine bağlayan gri kurumuş çimentodan oluşuyordu. Tavan kısımlarından sarkan ve ağustos kuraklığıyla tam bir zıtlık oluşturan yeşil, ferahlatıcı bitkilerinse sihirle sulandığı belli oluyordu. Kenardaki kocaman saate gözü kaydı. Birkaç tik taktan sonra ekspres dumanlarını çıkartarak gelecekti buraya. Bu yüzden ekspresi istemişti, tüm anılarını canlandırmak için, o yolculuğun tadına bir kez daha varabilmek için. Duvara dayalı, neredeyse hiç kullanılmamış tahtadan banklardan gözünü ayırıp ellerini tekrar bavullarıyla doldurdu ve ekspresin duracağı noktaya doğru birkaç adım attı.
_Ekspres fazla gecikmeden önünde durdu. Hızla geçen vagonlardan başını uzatıp selam veren makiniste donuk bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra vagon kapısından içeri daldı. Dönüş gününden sonra buraya geleceğini düşünebilir miydi hiç? Sessizlikle arkaya doğru vagonu arşınladı. En arka kompartımanın cam kenarına oturdu ve uzun süre içinden çıkamayacağı anıların büyülü dünyasına girmeden önce son kez ekspresi inceledi. Oturduğu koltuktaki aşınmaya yüz tutmuş siyah derinin üzerinde ellerini gezindirdi. Kapılar biraz eskimiş duruyordu fakat hala işlevini görebilecek cinstendi. Camdan dışarıdaki yeşil yaprakları güneşten kurumuş gözüken ağaçlar ekspres geçerken hafif sallanıyor, fakat sonra ağustosa yakışır bir şekilde kıpırtısız heykeller gibi duruyorlardı. Bu bunaltıcı sıcaksa onu çok sevdiği fakat her zaman mahrum kaldığı uykunun derinlerine doğru sürüklüyordu. Adriana başını demir çerçeveli cama yasladı ve o derin okyanusun diplerine doğru bir yolculuğa çıktı.
Not: Profesör olduğum başka bir RPG sitesindeki RP'mi koydum, umarım sorun olmaz.