Ne korkunç bir yazdı ama! Annesiyle arasındaki zıtlık Sigrid büyüdükçe aşılamaz boyutlara geliyordu. Tüm stresini ve ümitsizliğini bir anda alıveren görkemli şatoyu görünceye kadar kafasındaki o sesle tartışıp durdu. Evden kaçmasını söylüyordu babası olduğunu iddia eden ses. Aslında kafasında defâ defâ dolanan şeylerden bahsediyordu; o kadınla yaşayamayacağından... Sesi ilk duyduğunda 5 yaşındaydı, ve babasının aniden ortadan kaybolmasının üstünden yalnızca birkaç hafta geçmişti. Annesine söylediğinde, Sigrid'nin delirdiğinden şüphelenmiş, kızı için zaten bir damlacık olan ümidini de yitirmiş, onu iyiden iyiye boşlayıvermişti. Korkmuştu kız, kime anlatacağını, ya da sese inanıp inanmaması gerektiğini bilememişti. Bazen cismanî, fakat yüzlerini asla göremediği silüetler de konuşmuştu onunla, sesleri kafasındakinin aynıydı, ve hepsi iddia ettiklerine göre aslında onun babasıydı. Bir süre sonra aldırış etmemeyi, birkaç kötü deneyimden sonra da nasihatlerini dinlemeyi öğrenmişti.
Yavaş, fakat temkinli olarak Şato'ya giren öğrenci kafilesi ile birlikte hareket edip Ravenclaw masasına doğru ilerledi. Hogwarts'a bu sene başlayacak olanlar gerçekten komik görünüyordu hani. Suratında alaycı bir tebessümle izledi Seçmen Şapka'ya doğru ilerleyen korku dolu suratların hepsini. Derken ihtişamlı, hatta yakışıklı olduğu rahatça söylenebilecek, genç bir adam ayağa kalkıp Hogwarts'ın yeni müdürü olduğunu iddia ettiğinde yılın ilginç geçeceği kanısına vardı ister istemez. Müdürün başlarda ciddi, sıkıcı, fakat sonlara doğru absürtleşen konuşması neşesinin iyiden iyiye yerine gelmesini sağlamıştı. Masaya dolan yemeklere memnun bir ifadeyle baksa da, balkabağı suyuyla başlamayı tercih etti. Çevrede dans eden ve gülüşen insanları izlerken gözleri tanıdık bir profille buluştu, yerinden bir hışım kalktığından neredeyse balkabağı suyunu cüppesine boşaltacaktı, durdu, dengesini sağlayıp tekrar hızlandığında, tam da önünde sarılmaya karar vermiş iki kızla çarpıştı. Yere ve cüppesine bulaşan balkabağı suyu sinirlerini iyice bozmuştu ki, kızlardan birinin Flandre olduğunu gördüğünde ister istemez biraz yumuşamak zorunda kaldı. "Selam hanımlar, başka yerde sarılamıyor muyduk acaba?" dedi biraz iğneleyici bir ses tonuyla. Sonra lila asasını çıkarıp balkabağı suyunun bulaştığı yerlere doğrultup mırıldandı; "Aklapakla."
Ravenclaw cüppeli kızın aksi aksi bir şeyler mırıldandığını duyduysa da aldırış etmedi. Cüppesinde yahut yerlerde bir şey kalmış mı diye göz atıyordu o sıra. Gerçi, bu bir mazeret sayılmazdı elbette, her zaman yaptığı şeydi insanları dinlememek. Sadece gerçekten önemsediği insanların konuşmalarını, ya da önemli bulduklarını duyar, gerisini boşverirdi. Şu ana dek bu davranışı herhangi bir probleme yol açmış mıydı? Belki de küçücük bir kaç tane, fakat genelde kafasının rahat etmesi için kullandığı bu yöntem işe yarardı. Herhangi bir yerinde balkabağı suyu kalmadığından emin olduğunda tekrardan âna adapte olmayı denedi ve Gryffindor'lu kızın ona balkabağı suyu uzatmakta olduğunu farkedip sahte, sinir bozucu bir gülümseme takındı suratına. Akabinde hızla uzaklaştı oradan.
Bir az önce gördüğünü sandığı kişi de bir anda ortalıktan kayboluvermişti. Siniri bir kat daha artarak dans eden, gülen ve çalan aptalca bir şarkıya eşlik eden öğrencileri, profesörleri aşıp yerine doğru ilerlediyse de, çoktan kapılmış olduğunu gördü, ne alâ! Kmseyle uğraşacak gücü kalmamış olduğundan balkabağı suyunu tazeleyip masaya yakın bir yerlerde sırtını duvara yasladı ve beklemeye başladı. Somurtuyor muydu? Belki. Herhangi bir kimseye sevimli görünme gibi bir çabası olmadığından çok da umrunda değildi bu. Biraz yalnız kalmak, yahut birileriyle gönül eğlendirmek arasında kararsız kaldığından beklemeyi tercih etti. Gece şimdiden uyunamayacak kadar uzundu. Hareketli olacağını umarak gözlerini önce kendi masasına, sonra da kalabalığa çevirdi. Evet, bir bakıma hareketliydi fakat hareketten kastı bu değildi ki. Kendi eğlence anlayışına hiç uymayan bir müzik eşliğinde dans pistinde rezil olmak fikri cazip değildi hiç. Eskiden şölenlerde eğlendiğini anımsadı, yaşlanıyordu belki de. Bir süre dışarıyla değil de balkabağı suyuyla ilgilenme kararı alıp beklemeye koyuldu.
"Bu kadar sert olmak zorunda değilsin."
"Ha?"
Yumuşak, şevkatli, fakat biraz kırgın bir erkek sesiydi duyduğu. Fakat kafasını balkabağı suyundan kaldırma zahmetinde bulunmadı. Zaten sesi tanıyordu, ve yüzünü göremeyeceği bir hayaleti dikizleyip bir işaret umma hevesi kırılalı beri cismanî herhangi bir şey onunla konuşmamıştı. "Tüm yazını annenle geçirmenin yıkıcı olduğunun farkındayım, fakat çevrendeki insanları kırarak durumu düzeltemezsin." Ah, sevgili anlayışlı babacığı, şimdi de ona ahlak dersi veriyordu demek. "Önüne gelene pavkırmayı ve surat asmayı kes, Sigrid. Önünde koca bir sene var ve güzel bir başlangıç yapmalısın. Ve, bu bir ahlak dersi değil." Onunla konuşan her ne ise, -babası olduğundan emin olamıyordu- her düşündüğünü bilmesinden tiksiniyordu. Ne yapmalıydı yani? Eğer kafasındaki ses onun özür dileyeceğini falan düşünüyorsa yanılıyordu, ne zaman özür dilemişti ki? Her şeyin bir ilki vardır saçmalığını duymamayı ümit ederek, sessizliğe gömülen sesin kararını bekledi. "Durumu açıkla, seni anlayacaktır." Nereden çıkmıştı bu şimdi? Ona yardım etmesi gerekirken sadece sinirlerini bozuyordu. Gitsin artık diye geçirdi içinden. Eğer yeni yılın ilk gününe iyi girmemi istiyorsa gitmesine ihtiyacım var. "Pekâlâ, fakat beni dinlememenin sonuçlarına önceden çok katlandın, yapman gerekeni biliyorsun." Evet, söylediklerini yapmadığında başına ufaklı büyüklü pek çok şey geldiği doğruydu. Fakat, şu aptal ses gün geçtikçe sadece kafa şişirmeye yarıyor gibi geliyordu ona. Sürekli onun düşüncelerini dinlediği düşüncesi de sinirlerine dokunmuyor değildi hani, bunu yapmadığını düşünmeye çalışarak rahatlatıyordu kendini...
Kafasını balkabağı suyundan kaldırıp kızıl saçlarını geriye doğru savurdu. Mavi cüppesiyle saçlarının kontrastı fazlasıyla göz alıcıydı. Dans eden insanları seyretmeye koyuldu yeniden. Tanıdık yüzler, yeni gelenler, yeni profesörler... Herkes gerçekten de eğleniyormuş gibi görünüyordu, fakat Sigrid'nin neşesi yerinde değildi hiç. Bir ara odasına çıkmayı düşündüyse de, o sinir bozucu ses imdadına yetişip bulunduğu yerde kalmasını emretmişti adeta. Asık suratı daha da asıldı istemsizce. Evet, hayatının kontrolü babası olduğunu iddia eden o aptal sesin himayesine girmek üzereydi ve bu sesten kime bahsetse onun tımarhaneye falan kaldırılması gerektiğine kanaat getiriyordu. Haklıydılar belki de... Düşünceleri kafasından atmak için dikkatini dans edenlere yöneltti. Yüksek müziğin eşliğinde kendilerinden geçmiş gibiydiler. Sonra ki, gözleri Baron'ınkilerle buluştu. Arabadan indiklerinden beri görmemişti onu... Yeni mi çıkmıştı odadan? Belki de. Çok fazla umursamadı. Oğlanın gülümsemesine içten olduğunu umduğu bir gülümsemeyle karşılık verip, yanına oturuşunu izledi. Baron fazlasıyla donuk, tekdüze bir tonda hatrını sorduğunda, arabadaki saçmalıkları geldi aklına. Evet, gün boyunca sürekli saçmalamıştı, ve saçmalamaya devam ediyordu hani. "Tatil..." dedi, oldukça derin bir iç çekişin ardından. "Berbattı... Öyle bir annenin yanında... Her ne ise. Seninki nasıldı hayatım?"
Kısa bir suskunluğun ardından beklediği cevap gelmişti; İyi... Ses tonunun mekanikliğiydi yalanını açığa vuran, ki öyle olmasaydı da Sigrid, bunun geçiştirme bir cevap, bir yalan, olduğunun farkındaydı. Bir sorununun olduğunu anlamak için medyum olmak gerekmiyordu hani. Hâl ve tavırlarını anlamlandırabilecek kadar iyi tanıyordu Baron'ı, her ne kadar o bunun farkında olmasa da... Evet, gerek yetiştiği ortam, gerekse kişiliği gereği soğuk biri olabilirdi. Çevresindeki pek çok insana karşı hiçbir şey hissetmiyor oluşu, yahut hislerini kolay kolay belli edememesi, az da olsa değer verdiği insanlara karşı duyarlı olmamasını gerektirmezdi ki. Fakat, Baron gibi birinin bunu anlayabileceğini sanmıyordu... O ve benzeri süs bitkileri için fazla acı, belki de fazla tuzluydu Sigrid. Yanlış anlaşılmaya mahkûm olacağını bile bile onunla çıkması, nedenini bilmediği bir şeyden ötürü onu kendisine yakın görmek gibi bir hata etmiş olmasındandı. Sadece gönül eğlendirmek için çıktığını söylemesi ise, yenilgiyi kabullendiğinin göstergesi. Baron; çevresi tarafından sürekli pohpohlanan şu popüler çocuk... Çevresinde onun tek bir lafına bakan hayran kitlesi ve sadece, ama sadece, popülerliğinden faydalanmak için çevresinde dolananlar... Ah, sevgili sıfatını yüklediği süs bitkisi Sigrid'nin amacının da onun ortamından yararlanmak olguğunu düşünüyor olmalıydı. Zavallıcık... Kanını emmek için bekleyen vampirler ile onu anlamaya çalışan biri arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar mı körelmişti gözleri?
Baron'a ait olan ses, biraz zorâki ve sıkkın devam etti; Sıkıntılı görünüyorsun... Ne kadar da yapmacık bir ilgiydi o öyle. Para içinde yüzen Seidx ailesi belli ki çocukarının tiyatral yeteneklerini geliştirme adına bir bütçe ayırmıyorlardı. Bir cevap bekliyormuşcasına kendisine bakmakta olan oğlana takıldı gözleri. Onu gördüğünde hissettiği tek şey yenilgi ve hayal kırıklığıydı artık. Gözlerini oyalayacak başka şeyler aradıktan sonra, masada durmakta olan elmaşekerlerinde karar kıldı. Baron'ın, soruya cevap vermeyeceğini anlayacağını düşündüğünden bir şey söylemedi. O, Sigrid'ye bir şey anlatmadığı sürece, Sigrid'nin ona anlatacak hiçbir şeyi de yoktu. Eğer o saksı bitkisi, kız tarafından anlaşılmayacağını düşünüyorsa, bilmesi gereken tek şey, aslında onu asla anlayamayacağıydı.
Kafasını tekrar çevirdiğinde, Bay Saksı'nın, biraz önce çarpıştığı kızlarla konuşmakta olduğunu farketti. Yine, sadece en iyi bildiği şeyi yapıyordu işte. Kendisi olmaktansa ortama ayak uydurmak. Gerçi, Baron'ın kendisi olan yüzünü hiç görmemişti Sigrid. Derinlerde bir yerlerde saklanan, aslında mavi gözlerinin içlerinde gördüğü, o mânalı adamı aradığı her sefer büyük bir hiçlik bulabilmişti sadece. Adama yüklemiş olduğu mânaların hepsi, birlikte geçirdikleri her dakika daha da soluyordu. Bir zamanlar ilgi duyduğunu düşündüğü adamın, kendisi için her an daha da sıradanlaşmasını aylarca gözlemiş, fakat geri döndürmenin yolunu bulamamıştı. Şimdi ise, ona baktığında koca bir et yığını görüyordu; bir mânası olduğunu sanan bir et yığını... İçinde bir yerlerde, Baron hakkındaki son ümitleri de tükenmek üzereydi. Sessizce kalktı sandalyesinden, herhangi bir açıklama yapmadan yatakhaneye yöneltti adımlarını.
*Role Play, başka bir sitede, Sigrid Lilja Fritjof adlı karakterim için Büyük Şölen başlığı altında yapılmıştır.