Mélania L. Mythique Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 390 Gerçek İsim : Çisem Tarafı : Sizce..? Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : İnatçı Sisler Evcil Hayvan : Reks. Köpeği.. Kayıt tarihi : 10/07/09
| Konu: Mélania Luciana Mythique Salı Tem. 14, 2009 3:30 pm | |
| Sevmek ölmek mi demek? Yoksa ölmenin bir alt basamağı mıdır sevmek? Küçüklüğünden bu yana aşkın harika olduğu anlatılırdı Mélania'ya. Belki haklılardı, belki değil. Kimse doğrusunu kanıtlayamazdı. Doğru olduğunu varsayarsak, Mélania niye acı çekiyordu? Niye kendisini kızgın alevlerin içinde cayır cayır yanıyor gibi hissediyordu? Büyüklerin laflarına kapılıp kendisini bir erkeğin mükemmelliğine kaptırmıştı. Sonuç neydi peki, hayatında kocaman bir boşluk. Burdan çıkarılan diğer sonuç ise büyüklerinin yalan söylediğiydi. Peki niye? Niye, çocuklarının böyle bir acı çekmesini sağlamışlardı? Cehennemden beter bir hayat. Onsuz... Hayır, yaşayamazdı onsuz. Aşk harika bir şeyse, harikalık uğruna canını vermek istiyordu. Eyer o yoksa hayatında, ruhu da bedeninde olmamalıydı. Hayat bu kadar adaletsiz olamazdı ayrıca. Bir gün onu sana verip sevindirir. Hayatın adaletli olduğuna inanırsın, en mutlu günlerini yaşarsın. Ertesi gün ise, tekrar elinden alır ve sana gerçek yüzünü gösterir. Dünyanın en kötü insanı bile düşmanına böyle bir oyun uygulayamazdı. Peki hayatın ne kastı vardı bu küçücük cana? Tek bir kişi için atan bu minnacık kalbi niye durdurmak için bu kadar hevesliydi? Tamam, eskiden gerçekten kötü bir kızdı Mélania. Ama o, bütün hayatını değiştirivermişti Mélania'nın. Onun yanında bir melekten farksızdı. Çünkü karşısındaki bir melekti. Meleğin yanında kendisi nasıl şeytan kalabilirdi ki? İşte en büyük yanılgıyı burada yapmıştı. Onu bir melek sanmıştı. Kanatsız bir melek... Bir gün, bir hafta, bir ay... Sonra ise, melek yavaş yavaş kırmızıya dönüşmeye başlamıştı. Gün geçtikçe kıpkırmızı boynuzları, kuyruğu ve çatalı çıkmaya başlamıştı. Ama aptal Mélania bunu ancak bütün özellikleri tamamlandıktan sonra farketmişti. O aslında bir şeytandı, aldatıcı bir şeytan. Melek görünümlü hem de... Başka bir kızla aldatmıştı Mélania'yı. Böyle biri şeytandan başka ne olabilirdi ki? Bunu gördüğü günkü görüntü gözünün önünden ayrılmıyordu. Hayır hayır... Düşünmemeliydi bunu. Daha fazla acıya ne gerek vardı? Aslında bu ruh bedenden ayrılsa... İşte o zaman Mélania rahata kavuşurdu. Zaten kimse anlamıyordu Mélania'yı. Kime dert yansa hepsinin cevabı aynıydı: "Sen daha küçüksün." Küçük mü? 15 yaşındaydı, aşkı anlayabilecek yaşta. Gönlünü bir prense kaptıracak yaştaydı, kaptırmıştı da. Ama o prens... Artık yoktu Mélania için. Hayat da o gün bitmişti işte. Peki bu nefes alışlar neden? Her nefesinde Alexandér varsa niye nefes alıyordu ki? Kalbinin her atışı Alexandér içinse niye atıyordu ki kalbi? Durdurmalıydı bu zorunlu ihtiyaçları. Alexandér'sız olmalıydı. Bedeni Alexandér'ın olduğu yerde olacaksa bile ruhu olmamalıydı. Huzur o zaman açığa çıkacaktı.
Evet, Mélania sonunda kararını vermişti. Sonu Mélania için mutlu olacak bu karar belki diğer insanlar için kötü olacaktı ama kimin umrunda? Mélania'yı umursayan mı vardı sanki... O 'küçücük' bir çocuktu daha. Arkasından en fazla bir iki gün ağlanır, unutulurdu. Ama biraz beklemeliydi bunun için. Yarım saat kadar daha. İlk olarak hazırlaması gereken birkaç şey vardı. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzüne baktı aynada. Yüzü ıpıslaktı. Elinin tersiyle şöyle bir sildikten sonra masasının çekmecesini açarak bir parşömen, tüy kalem ve mürekkep çıkardı. Hıçkırmasını kesemiyordu ama bu yazı yazmasına engel değildi. Aslında, yazamıyordu da. Bir-iki kelime yazıyor ardından kağıdı buruşturup yere atıyordu. Onbeş dakika kadar sonra yazmayı bitirdi. Kağıdı iki kere katladıktan sonra cüppesinin cebine koydu. Aynanın karşısına geçip kendisine son kez baktı. Derin bir nefes aldı ve kendinden emin bir şekilde yola koyuldu.
Yarım saat sonra Kızıl Güneş Gölü'ne vardı. Burası Alexandér ve Mélania'nın tanıştığı yerdi. Mélania'nın hayatı burda başlamıştı, burada da sona erecekti. Haberlerden biliyordu, bu gölün karaya olan en yakın bölümü bile en az dört metre derinlikteydi. Pek göl denilemezdi belki de. Ama saf bir temizliği vardı. Mélania'nın en sevdiği yer olmuştu burası hep. Güneş batarken burası dünyanın en harika yeri olurdu. İsmi de burdan geliyordu zaten. Mélania saatine baktı. Akşam oluyordu. Yani kısa, çok kısa bir süre sonra Güneş alçalmaya başlayacaktı. Mélania'nın sonuna da o kadar az kalmıştı işte. Dünya denilen bu cehennemden kurtulacaktı. Bütün insani acılardan beraat edecekti sonunda. Hapisten af çıkarılmak gibi bir şeydi. Mutluluk... Az sonra olacakları düşününce bir an içi ürperdi, korktu. Ama vazgeçemezdi. Alexandér'ı başka kızın kollarındayken yaşayamazdı. Birkaç uzun dakikadan sonra hava kızıl bir renge dönüşmeye başladı. Evet vakit gelmişti. Mélania göle biraz daha yaklaştı. Cebinden katlanmış küçük kağıdı çıkarttı ve bulunduğu yerine hemen yanına, yere bıraktı. Birkaç küçük adım daha attı göle doğru. Kollarını yanlarına doğru açtıktan sonra bedenini o serin sulara bıraktı.
'Şlap..' Suya çarpış sesi kulaklarında yankılandı. Evet bütün bedeni suyun altındaydı artık. O an kafası dank etti. Hayır ölmemeliydi, savaşmalıydı. O ölünce Alexandér'ı yine başka kızların kolunda olacaktı, o zaman ölmek niyeydi. Ama artık çok geçti. Mélania ne kadar çabalarsa çabalasın kurtulamıyordu bu mavi güzellikten. Sanki bir güç onun suyun dibine çekiyordu. Kollarıyla çırpınmaya başladı. Bağarmaya çalıştıkça su yutuyordu. Evet, işte hayatın sonu. Çabalamak boşunaydı. Her şey bitmişti artık. Yavaşça gözlerini kapadı. Ne olacaksa olmalıydı. Suyun çekim kuvveti yavaşça azaldı. Teninde oluşturduğu dalgaların kuvvetini hissetmiyordu artık. Genizini yakan bir hava dalgası, o kadar. Onun dışında tamamen huzur. Önceden yaşadığı huzurun bin kat fazlası hemde. Evet, galiba ruhu bedeninden ayrılmıştı artık. Alexandér'ı tam anlamıyla serbestti şimdi. Mutlu olmasını diliyordu. O zaman Mélania'nın ruhu da rahat ederdi.
Birkaç saniye kadar sonra olmalı Mélania büyük bir acı hissetti. Bir tokat gibi. Cenette de acı var mıydı? Fiziksel acı yani. İncil'de hiç de öyle anlatılmıyordu. Bir de o sesler. O tanıdık ses... "Mélania..." Kesinlikle cenetteydi. Bu sesin sahibi de huri'nin erkek hali olmalıydı. O esnada tekrar bir tokat yedi. Bu tokatla beraber Mélania'nın gözleri hafifçe açıldı. Burası cennet olamazdı değil mi? Tıpatıp Kızıl Güneş Gölü'ne benziyordu. Kucağında durduğu kişi ise... "Alexandér" diye mırıldandı Mélania. Alexandér elindeki kağıdı kenara koyup Mélania'nın yüzünü okşamaya başladı. Sesi titrek çıkıyordu. Telaşlı gibiydi. "Şükürler olsun.. Seni kaybettim sandım, sevgilim. Oh neyseki yaşıyorsun. Lütfen, lütfen bunu bir daha bana yapma." Sesi o kadar gerçekti ki... Teninin sıcaklığı... Gözleri tam olarak açılmıştı artık. Yerden destek olarak yavaşça dikleşti. Hayır, ölmemişti. Karşısındaki de gerçekten biricik aşkı Alexandér'dı. Onun kurtarıcısı... Dayanamayıp ağlamaya başladı. Alexandér ise daha da sıkı sarıldı Mélania'ya. Mélania ondan uzaklaşmak istedi, tekrar aynı acıyı yaşamamak... Ama elinde değildi. O sıcacık kolları bulmuşken tekrar bırakamazdı. Sonsuza dek böyle kalabilirdi. Gözleri bin ton ağırlığında gibi geliyordu şuan ona. Açık tutmak o kadar zordu ki. Ama biraz daha izlemek istiyordu onu, bu anın tadını çıkartmak. Ama başaramadı bunu. Mavi gözleri yavaşça kendini bulunduğu durumun huzuruna bıraktı. | |
|