[i]Çıplak ayakları soğuk taşa basarken elini tuttuğu güzel kadına baktı. Kadının kuzgun karası uzun dalgalı saçları, bembeyaz teni ve okyanus mavisi gözleri kadını heykellerden bile daha güzel yapıyorlardı. Kadın beyazlar içinde yattığı yataktan kalktı ve bir melek gibi Edward’a gülümsedi.“ Ah, Edward... Seni yakında bırakmak zorunda kalacağım...” Edward’ı yerden kaldırdı ve kucağına oturttu. Küçük çocuk şaşkınlık içinde annesine bakıyordu. Kadının ne hakkında konuştuğunu anlayamıyordu. Zaten bu dört yaşındaki bir çocuk için imkansız sayılabilecek bir şeydi.
Kadın konuşmak için ağzını açmıştı ki aniden bir öksürük krizi tuttu. Mendilini dolgun dudaklarına bastırmış öksürürken Edward’ın gözleri dolmaya başlamıştı. Annesini bu halde görmek küçük bir çocuk için bile önemli bir darbeydi. Kadın mendili ağzından çekti, küçük çocuğa sevgi dolu gözlerle baktı. “ Tatlım... Ağlama Edward... Öldüğümde bile seni oradan izlemeye ve korumaya devam edeceğim.” Bir parmağıyla açık duran pencereden görünen masmavi gökyüzünü işaret ediyordu. Edward’ın yanaklarından akan yaşlar kurudu ve masum gözleri merakla açıldı.
“ Oraya mı gidiyorsun?” Bu sefer kadının gözleri dolmaya başlamıştı. Çocuğun pürüssüz mermer gibi yanaklarını okşadı ve çocuğu kollarıyla sardı. “ Evet Edward, çok yakında oraya gideceğim...” diye konuştu huzurlu bir ses tonuyla. Gözlerinden akan yaşlara rağmen sesinde en ufak bir hüzün ya da kırgınlık yoktu. “ Peki bana o pamuk gibi bulutlardan getirebilir misin? Sokakta oynarken bir çocuk pamuk şekerin bulutlardan yapıldığını söylemişti!” dedi Edward çocuksu bir heyecan vardı içinde. Bir an için genç kadının dudakları titredi. “ Üzgünüm Ed... Ben geri dönmeyeceğim...”
Edward başka bir soru daha sormadı. Annesinin kusursuz yüzünü küçük elleriyle tuttu ve bembeyaz yanaklarından akan yaşları sildi. “ O zaman ben geleceğim anneciğim!” dedi kadına kararlı gözlerle bakarak. Kadın hıçkırıklara boğuldu ve küçük çocuğa daha da sıkı sarıldı.
--------
Yattığı yataktan korkuyla kalktı. Cama vuran yağmur damlaları o kadar sıktı ki dışarısı görünmüyordu. Küçük çocuk yatakta doğruldu ve minik elleriyle pencereyi açmaya çalıştı. Biraz çabaladıktan sonra pencere gıcırdayarak açıldı. Bakışlarını korkuyla koyu gri gökyüzüne çevirdi. Değişmeliydi, annesi böyle bir yere gidemezdi! Gözlerindeki yaşlar yağmur damlalarına karışıyordu, içinde küçücük bir umutla bir kaç dakika daha bekledi.
Kulaklarına gelen büyük bir gürültüyle sarsıldı küçük vücudu aniden. Hemen sonra gökyüzünün parlamasıyla Edward bunun değişmeyeceğini anladı. Hemen yatağından yere atladı ve çıplak ayaklarıyla beyaz, soğuk ve dezenfektan kokan koridorlarda koşmaya başladı. Annesinin yattığı odaya geldiğinde durdu. Yatağın başında hemşireler ve doktorlar toplanmışlar telaşla bir şeyler yapıyorlardı. Doktor iki elinde tuttuğu aleti birbirine sürttü. Yanındaki kadına Ed’in anlamadığı bir şeyler söyledi ve yatakta yatan bedenin göğsüne bastırdı elinde tuttuğu aleti.
“ Durun! Anneme bunu yapamazsınız!” diye bağırdı ağlayarak Edward, yatakta yatan beden aletin vücuduna değmesiyle titreyerek zıplamıştı.
“ Biri çocuğu tutsun!” Edward kendisine yönelen ellerden kaçmaya çalıştı fakat çoktan onu arkasından yakalamışlardı. Gözlerinde yaşlarla doktorun daha demin yaptığı işlemi bir kez daha izledi, annesi daha da sarsılmıştı. Adam üzündüyle başını salladı, ellerinde tuttuğu aleti makinanın üzerine bıraktı ve yanındaki hemşireye bir şeyler dedikten sonra kapıya yöneldi. “ Dur seni kötü adam, anneme ne yaptın?! Onu çabuk düzelt!” Edward kendini tutan ellerden kurtulmuş adamın pantolonuna yapışmıştı. Adam sinirle çocuğa döndü ve tek eliyle onu havaya kaldırdı.
“ Bak seni küçük velet! Annen öldü ve onu geri döndürmeye çalıştık. Olmadı tamam mı?!” Adamın da gözlerinin yaşarmış olduğunu gördü Edward. Demek annesi gitmişti, gri gökyüzüne gitmişti. Mavi derinliğin içinde beyaz bulutların üzerinde mutlu mutlu gezemeyecekti ve pamuk şeker yiyemeyecekti...
Edward adam onu bıraktıktan sonra aceleyle annesinin yanına gitti. Güzel yüzünü kapatmış örtüleri hızla çekti. Kadının dudakları gülümser gibi yukarıya doğru kıvrılmıştı. Edward kadının soğuk yüzünü minik elleriyle kavradı, yüzünden damlayan yaşlar kadının solgun yanaklarından akıyorlardı. “ En kısa sürede yanına geleceğim anne... O gri yerde yalnız olmayacaksın merak etme. O güne kadar hiç şeker yemeyeceğim ve o gün sana ve bana birlikte yememiz için pamuk şeker getireceğim...” dedi söz verircesine.
Hemşirelerden biri onu kucağına almış götürürken yatakta yatan bir meleği andıran annesine dönüp son bir kez baktı.
--------
Küçük ve sıcak odasında oturuyordu. Her ne kadar güzel olsa da bu odayı sevmiyordu. Yetimhanede kalmak ona tam anlamıyla işkence gibi geliyordu. Kaldığı üç sene boyunca kendi kendine okuma yazmayı ve matematiği öğrenmişti. Diğer çocukların aksine dışarı çıkıp oyun oynamıyordu, kendini kitaplara vermişti. Bu üç sene içinde anlam veremediği olaylar da olmuştu. Bir nesneye odaklandığında nesnenin havalanması gibi... Fakat bunun üzerinde fazla düşünmüyordu.
“ Edward, seni görmek isteyen biri var...” Gözlerini okuduğu kitaptan kaldırdı ve soran gözlerle kapıda dikilmiş sıcak kanlı kadına baktı. Onu bekleyen birileri mi vardı? Annesinden başka kimseyi tanımamıştı şu hayatta, kim onu görmek istemiş olabilirdi ki? Yatağından aceleyle kalktı ve kadının yanından koşar adımlarla müdürün odasına gitti. Kapıyı hızlıca çalıp içeriye girdi.
“ Ah, hoş geldin Edward, biz de seni bekliyorduk.” Dedi yetimhanenin müdürü, oldukça yaşlıydı, uzamış beyaz kaşlarının altındaki boncuk gözlerinin önünde duran büyük gözlüklerin ardından önündeki kağıtları inceliyordu. Gözlerini masanın önünde oturan adama çevirdi. Kendisine parlayan gözlerle bakan adamı süzdü. Genç bir adamdı, uzun siyah saçları arkada toplanmıştı, yakışıklı yüzünü ortaya çıkartan parlak kırmızıya kaçan kahverengi gözleri vardı.
“ Bu Lord Arthur Cuttler, Ed. Oxford’da büyük bir malikanede yaşıyor. Seni görmeye gelmiş.” diye ekledi yaşlı müdür gözlerini incelediği kağıtlardan bir kez daha kaldırıp. Lord Cuttler yüzüne kibar bir gülümseme yerleştirmişti, bir elinde tuttuğu şekeri çocuğa uzatmıştı.
“ Ah ne büyük incelik! Bak Edward Lord Cuttler sana küçük bir hediye getirmiş.” Edward Lord’un uzattığı şekere uzun uzun baktı. “ Ben şeker yemem!” Dedi uzun bir aranın ardından. Müdürün yüzü birden asılmıştı, Lord ise istifini hiç bozmamıştı. Şekeri çıkarttığı cebine geri koydu.
“ Tamam Edward, nasıl istersen. Aslında, düşünecek olursak, yaptığım büyük bir kabalıktı. Senin gibi özel bir çocuğun diğer çocukların hoşlandığı şeylerden hoşlanmayabileceğini düşünmeliydim. Lütfen beni affet...” Edward adamın cevabını dinledikten sonra şaşkın bakışlarına engel olamadığını fark etti. O sırada müdür ahşap koltuğunda rahatsızca kıpırdanmaya başlamıştı.
“ Efendim, lütfen böyle demeyin, lütfen ondan özür dilemeyin. Ben onun adına sizden özür dilerim, yaptığı gerçekten çok-”
“ Edward, odanı bana gösterir misin? Bavullarını toplamamız gerekiyor. Bütün işlemler tamamlandı ve bugün benim evime taşınıyorsun.”
Lord Cuttler müdürün lafını kesmiş, kibar ve bir o kadar heyecanlı bir sesle Edward’a odasının yolunu sormuştu. Şaşkınlıkla koridora çıktı ve arkasından onu takip eden Lord’u odasına kadar götürdü. Edward kapının önünde dururken Lord aniden kapıyı kapattı. Cebinden uzun ince bir çubuk çıkardı ve eliyle hafifçe salladı. Birden yatağın altında duran sandık ortaya çıktı ve dolaptan fırlayan kıyafetler katlanarak sandığın içini doldurdular. “ Hımm, kitaplarını da götürmeliyiz değil mi?” Diye kendi kendine mırıldandı Lord Cuttler ve Edward’ın şaşkın bakışları önünde asasını bir kez daha salladı. Masanın üzerinde üst üste dizilmiş kitaplar da havada uçarak sandığın içine girdiler.
“ İşimiz bitti, artık gidebiliriz...” dedi adam yüzünde rahatlamış bir ifade vardı. Edward’a baktığında çocuğun yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce gülümsedi. “ Merak etme Edward, eminim sen de şimdiye kadar bu tür olaylara tanık olmuşsundur. Her neyse bunu konuşmanın zamanı değil, malikaneye kadar uzun bir yolumuz olacak ve o zaman sana her şeyi açıklayabilirim.” dedi emin bir ifadeyle, sarı gözleri heyecanla tekrar parladı...