"Zırr..."
Berbat bir zil sesiyle uyanmıştım işte. Şu meşhur çalar saatlerden biri olmalıydı. Hiç olmazsa gaz bir rock parçası çalsaydı, bu ses de neyin nesiydi Merlin aşkına? Hala tıngırdamakta olan saati kapatmak için yatağın altına uzandım. Chuck'ın yaptığı şakalardan biriyse diye etrafıma göz gezdirdim, fakat ortalıkta kimse görünmüyordu. O olsa bile göz yumacak değildim, sabahın köründe uyandırılmayı hak edecek bir şey yapmadığımdan emindim çünkü.
Sürünerek gardıroba doğru ilerledim, hala gözlerimi ovuşturuyordum. Sert bir biçimde dolabı açtım, içindekileri biraz karıştırdıktan sonra cüppemi buldum. Aynaya bir bakış atıp dağınık saçlarımı toparladıktan sonra artık yarı çıplak olan bedenime bir kez daha göz gezdirdim, hala karizmatik göründüğümü hissediyordum. Cüppeyi silkeleyip üzerime geçirdikten sonra ağır adımlarla yatakhaneden salona indim. Çoğunluğunu kızların oluşturduğu bir topluluğun orada bulunduğunu görür görmez, en havalı bakışımı onlara fırlattım ve bahçeye doğru yola çıktım.
Hafif bir rüzgarın tenimi okşadığını hissederken, bir yandan da etrafımı gizemli bakışlarımla süzüyordum. Fark edilmek şu anda en son istediğim şeydi, saçlarımı şekle sokmayı unutmuştum çünkü. Bunu kimseye çaktırmadan yaptığımdan emin olduktan sonra, ağır aksak kahvaltı etmeye başladım. Uykumdan sıyrılmadan kalabalığın gözüne görünmek istemiyordum.
Birkaç yudum su içtikten sonra, Sihirli Yaratıkların Bakımı dersini bulmak üzere yola çıktım. Bunda Sihir Tarihi profesörünün verdiği haritadan da yararlanmıştım. Geldiğim ilk andan itibaren okulun içinde bir çok yer keşfetmiştim gerçi, ama derslikleri rahatça bulabileceğimden emin olduğumdan buna pek fazla vakit harcamamıştım.
Dersliğe vardığımda gördüğüm ilk şey, bir ağacın gölgesine sığınmış profesördü. Doğrusu yakışıklılığı o noktadan bile rahatça belli oluyordu, aynı yaşta olsak rakibim olabilecek potansiyeldeydi. Çok geçmeden isminin George Crownie olduğunu öğrendiğim profesörün aynı zamanda müdür yardımcısı da olduğunu öğrenince hafif bir şaşkınlığa uğramadım desem yalan olurdu. Bir müdür yardımcısı aynı zamanda niye ders versin, hem de böyle tehlikeli bir dersi? Ama bunun için onu suçlayamıyordum, eğlenceli bir ders verdiğini kimse inkar edemezdi çünkü.
Konumuz Patlar Uçlu Keleker'lerdi. Bunların ilginç ama bir o kadar da tehlikeli olduğunu daha önce duymuştum. Nitekim Ravenclaw'lı bir çocuk bunların en alakasız yerlerinde bacakları olduğunu söylediğinde binamın öğrencileriyle gurur duymak ile anlattığı yaratıktan tiksinmek arasında kalmıştım. Pek sempatik yaratıklar oldukları söylenemezdi doğrusu.
Birden burnumda çürük balık kokusu hissettim. Keleker'lerin yaydığı koku olsa gerekti bu. Tiksintinin etkisiyle dikkatimi başka yönlere vermeye çalışmaktan profesörün söylediklerini kaçırdığımı fark etmiştim. Yine de bu iğrenti, kavanozun içindeki canlıyı gördüğüm anda oluşan hislerimin yanında hafif kalırdı. Etrafa bakınmak için başımı çevirdiğim anda, bu düşüncelerimde yalnız olmadığımı gayet net bir biçimde görmüştüm. Üstelik profesörün bunun ardından gelen sözleri de pek hoş şeylerin habercisi değildi.
Duyduklarım bana bu canlının boyu iki metreye ulaştığında iğne ve vantuzlarından ateş püskürmeye başladığını öğretmişti. Üstelik iğnesinin ardında kalın bir kabukları vardı. Bu yüzden Sersemletme Büyüsü'nün de işe yaramayacağını hayal kırıklığına uğrayarak öğrenmiştim. İçimden "Eh, Öldüren Lanet'in bir sakıncası olmaz herhalde." diye geçirsem de, bu canlıların da yararlı olabileceğini de göz önüne aldıktan sonra, bu düşünceden vazgeçmekte karar kıldım.
Profesör ödev vermeyeceğini söyleyince müteşekkir olduğumu belirten bir ıslık çalmakta sakınca görmemiştim. İlk hafta okulu keşfetmemizi istiyordu ki ben bunu zaten vakit buldukça yapıyordum. Keyifle sırıttım ve profesör asasını çıkarıp havaya bir şeyler yazarken onu izledim. "Dersten beklentilerimiz, öğrencileri de düşünen bir profesör, çok güzel..." diye düşünerek gülümsedim ve kendimi bahçenin serinliğine bırakmak üzere dışarı çıktım.
Diğer üyeliğimle bu sitede yaptığım bir rp'dir.