Edward Kevin Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 156 Nerden : Expecto Patnorum Büyüsü Yaptıydı Kereta Asa'dan Ucube Olarak Ben Çıktıydım O Bakımdan Asa'dan xD Meslek : Gizem Dairesi Başkanı o.o ~ Patronus : Beyaz Kar Leoparı .^^ Tarafı : Zümrüdü Anka Yoldaşlığı. o.o ! ~ Belkide Kimliğini Değiştirmiş Bir Katil Olduğundan Haberin Yok ! Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 36 ~ Asası : Gecenin Ateşi o.o Defne ağacından yapılma. Özünde Anka Teleği vardır. 23 cm. Oldukça esnek. Sahibinden Başkasında Çalışmaz En iyi büyüsü: Carpe Portus~ Özel Yetenek : Zihnefendar ~ Zihnebendar ~ ÇataLdiL ~ Evcil Hayvan : BasilisK ! ~ Naqini ! Benim Yılan o.o ! ~ Kayıt tarihi : 04/07/09
| Konu: Edward Kevin Black ~ Ptsi Tem. 13, 2009 12:45 pm | |
| İnsanın vücuduna soğuk gibi işleyen korku, karşı konulmaz olabiliyordu böyle durumlarda. Boynundaki haç bu kez onu korumamıştı, tam tersine çıplak göğsüne yapışmış ve acı yükleyen bir hal almıştı. Sertçe yutkunarak susuzluğu ilk defa bu kadar derinden hissetti. Birkaç metre yükseklikten aşağıya atılmış olmalıydı ya da kendisi atlamıştı. Bilemiyordu, tek hatırladığı vampirler tarafından kovalandığıydı. Pis kanı bozuklar! Safkanın kokusu onları cezp etmiş olmalıydı. Vampirleri sevmezdi, çirkin yaratıklardı ona göre. Nefesleri iğrenç kokardı, kanları hayvan kanıyla karışıktı. Karşı konulmaz derecede saldırganlardı, hele de onlardan birinin kız kardeşiyle ilişkiniz olmuşsa. Kevın’ın hatası buydu işte, Megan’ın abisi vampirdi. Çorap değiştirir gibi sevgili değiştiren Kevın’a da pek faydası dokunmamıştı onun vampir oluşu. Vücudunun her bir zerresinin ağrısı biraz daha geçince sendeleyerek ayağa kalktı. Kolu kanıyordu, lanet olası bir cam parçası girmişti. Dişlerini sıkarak cam parçasını tuttu ve haykırışıyla birlikte kanlar içinde kalmış olan cam parçası yere düştü. Kanamayı durdurabilmesi için koluna bir şeyler sarmalıydı ama pek imkanı yoktu. Üstünde bir tişörtü bile yoktu, geri dönüp de giysilerini alması saçmalık olurdu. Ölüm fermanını kendi elleriyle asmış olurdu. En iyisi biraz daha dayanıp yoluna devam etmekti. Devrilecek gibi yürüyordu, pes etmenin zamanı değildi. Ancak ne kadar yürürse yürüsün sanki sonsuza kadar duvar olan bir yoldaydı. Ne bir bar ne de bir ev vardı. Daha fazla dayanması mümkün değildi, susamıştı da. Yere devrildi, kulaklarında ahenkli bir ses çınlarken yere devrildi. Öldüğüne emin olmuşken bir hırıltı duydu ve cennete gittiğine dair tüm düşüncelerini anında unuttu. Bir insanın böyle hırlaması imkansızdı, gözlerini hafifçe aralayınca da karşısındakinin zaten insan olmadığını anladı. Bir kurt ona neredeyse bir nefes uzaklığındaydı. Korkuyordu, yine korkuyordu. Kanayan kolunu bırakıp boynundaki haçı tuttu. İçinden bir sürü söz verdi, hatta buradan kurtulursa Megan’a geri dönebileceğini bile söyledi. Kurt ona daha da yaklaştı ve mavi gözleriyle Kevın’ın mavi gözlerini delip geçerek hırıldamaya devam etti. Kulakları sağır edici bir çığlıkla gözlerini yumdu, Kevın; gözlerini açması da neredeyse aynı anda oldu. Korkunç bir rüyaydı işte, hala Megan’ın yanındaydı. Terlemişti ve kalbi hızla adem elmasında atıyordu. Bir süre daha sessizce yattıktan sonra Megan’ı uyandırmadan yataktan kalktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra aynada kendine baktı; gözlerinin altı kararmıştı sanki, oldukça beyaz olan teninde bu çok göze batıyordu. Gözlerinden mavi bir endişe okunuyordu. Çoğunlukla sevimli bir şekilde gülen yüzü asıktı, buna katlanamazdı. Kendi kendine gülümsemeye çalıştı ve tekrar Megan’ın yanına döndü. Onu uyandırmadan gitmeliydi, olabildiğince uzağa gitmeliydi, tabi eğer rüyasının gerçekleşmesini istemiyorsa. Megan’ı da tıpkı diğer kadınları sevdiği gibi seviyordu; o güzeldi, Kevın’ın kahrını çekebiliyordu ama terk edilmeyi kabullenebileceğini pek sanmıyordu.
Üstünü giyindikten sonra ses çıkarmamaya çalışarak dolaptan sırt çantasını aldı ve dikkatli bir şekilde kapıyı açıp dışarı çıktı. Sessizlik Kuyusu’na her zamanki boğuk hava hakimdi. Sessizlik bir yandan, soğuk bir yandan, kaymak birası kokusu bir yandan… Bu Kevın'ın hoşuna gidiyordu. Biranın kokusunu içine çekerek merdivenleri indi. Her bir basamak gözünde büyüyordu. Arkasında bıraktığı kişi sıradan biri değildi, sevdiği kadındı, vampir bir ailenin kızıydı. Fakat şimdi canının derdindeydi, yine de kendini affetmesi ve affettirmesi gerekiyordu. Başka türlü rahatlayamayacak gibiydi. Kendini ait hissettiği yere gitmeliydi, kiliseye. Muggleların olmadığına emin olduğu bir yerde, Sessizlik Kuyusu’nun bahçesinde her zaman gittiği kiliseye cisimlendi. Kevın’ın ömrünün büyük bir kısmı burada geçmişti. Zaten rahibeler tarafından büyütülmüştü gittiği muggle yurdunda. Hogwarts’a başlayınca da bir süre ait olduğu yerden uzak kalmak zorunda kalmıştı. Uzun zaman olmuştu, derin bir iç geçirdi. Etrafında kimsenin olmamasına şükrediyordu, rahatça dua edebilirdi. Dua etmekten ziyade, genelde konuşurdu. İçini dökerdi, biliyordu, orada bir yerlerde onu anlayan bir şeyler vardı. “Uzun zaman oldu, ben yine aynı benim ama. Belki de karakterimde ufak tefek değişiklikler olmuş olabilir. Her zamanki gibi yardım istemeye geldim. Beni bir tek siz anlarsınız. Çaresiz durumdayım, onu bırakmak istemedim ama… Neyse, sizden yardım istiyorum. Bu çıkmazdan kurtulmama yardımcı olun. Ölmeyi veya birilerini öldürmeyi istemiyorum. Lütfen, bana yardımcı olun.” Tam kalkıp gidecekken Megan’ın da birkaç sıra ileride yaşlı gözlerle oturduğunu fark etti. Megan yavaşça ayağa kalktı ve ayağa kalkışının aksine, ondan beklenmeyecek bir hızla asasını çekti. Kevın kapana sıkışmıştı. Baba ve oğlun önünde asa çekip Megan’la mücadele edemezdi, yapmazdı bunu. “Megan beni dinlemek zorundasın. Ne yapmaya çalışacaksan başka bir yerde yapmaya çalışır mısın, lütfen?” Ah evet Kevın, kız da senin düşüncelerini umursuyordu çünkü! Megan ısrarla Kevın’a bakmaya devam etti. Kevın sertçe yutkunup ona yalvarırcasına baktı. Şimdi ölemezdi, henüz on dokuz yaşındaydı. Eğer Megan asasını indirmezse öleceğinden emindi, o kararlı kızdı, aklına koyduğunu yapardı. Kevın gözlerini Megan’dan ayırıp son kez ömrünün çoğunluğunu geçirdiği kiliseye baktı. Zihninde çocukluğu canlandı: “Rahibe Gabriella, sence bir gün ben de rahip olabilecek miyim?” Lisa onunla en çok vakit geçiren rahibeydi. “Elbette Kevın, büyüyüp kocaman adam olacaksın ve yaşlanıp buruş buruş bir huysuz olana kadar da insanlara yardım edeceksin.” Kevın’ın büyücü olduğunu bir tek o bilirdi, Kevın’in kendisi bile bilmezken. Bu yüzden çocukça hayallerine güler geçerdi Rahibe Lisa. Kevın buruk bir gülümsemeyle gözlerini yumdu ve yanaklarından aşağıya iki damla yaş süzüldü. Buruş buruş bir huysuz olamayabilirdi, insanlara yardımcı olamadan –ki özellikle de kendine bile yardımcı olamadan- ölebilirdi. Gözlerini açıp tekrar Megan’a döndü. Fakat gördüğü tek şey yeşil bir ışık huzmesi oldu. Göğsüne sert bir şey çarpmış gibi oldu ve kas katı bedeni anında yere devrildi. Hissizliğin içinde uçuyor gibiydi. Acıya, soğuğa ve ışığa sırtını dönmüştü sanki. Hissedemiyordu, sonsuz bir uykudaydı… | |
|