Not: Bu RPG'mi birkaç rpg sitesinde de kullandım, umarım sorun olmaz...
Uzun ve sessiz bir yol. Aslında her ne kadar uzun olsa da aynı zamanda neşeli ve garip de. Hatta bazen ayağın taşa takılıp düştüğünde kendini çiçeklerle dolu, güneşin pırıl pırıl parladığı bir bahçede buluverirsin. Bazen güneş yukarda sana gülümserken birden karlarla çevrilir etrafın... İşte böyle Isabella'nın yürüdüğü, düştüğü o yeşil yol... Böyledir çocukça hayallerinden koştuğu yol. Böylesine huzurlu ve dengesizdir. Isabelle içindeki çocuğu hep bu yoldan ve biricik gökyüzünden edinmiştir. Isabella'nın gökyüzüsü... Sadece ona ait olan bir ufuk. Ayın ve güneşin birlikte dans ettikleri, etraflarına sevgi damlacıkları saçtıkları bir gökyüzüdür Isabella'nın uçtuğu ve derinlerine yüzdüğü mavilik.
"Isabella! Kızım hadi gel buraya!" diye seslendi annesi kızına hafif bir sabırsızlıkla.
Isabella hikaye defterinin kapağını kapatıp oturduğu sandalyesinden kalktı. Defterini özenle eline aldı ve kitaplığına gidip en üstteki raflardan birine kaldırdı. Sonra da küçük çantasını koluna taktı, odadan yavaş adımlarla çıktı. Sanki annesini çıldırmak için böylesine yavaş yürüyordu. Ama anlamıyordu. Kendisi böylesine sakinken annesinin heyecanlı olmasını bir türlü çözemiyordu. Ona göre orta da heyecanlanacak bir şey bile yoktu. Altı üstü Amerika'ya okumaya gidiyordu. Ne vardı ki bunda büyütülecek? Değil mi? Gidecekti, arada sırada yani tatillerde ailesini görmeye gelecekti ve yaklaşık beş yıl sonra evine tamamen gelebilmiş olacaktı. Isabella için tüm durum bundan ibaretti ama görünen oydu ki annesi için böyle değildi. Isabel onun bir şeyler karıştırdığından şüpheleniyordu. Aslında son üç aydır böyle düşünmeye başlamıştı. Daha önceden olsa aklından böyle bir düşünce kesinlikle geçmezdi çünkü annesini iyi tanırdı. Ya da öyle sanıyordu... Annesi her zaman aceleci, sabırsız ve heyecan dolu biri olmuştu. Bu yüzden de asla böyle bir düşünce -annesinin onun arkasından bir şeyler karıştırma düşüncesi- aklından bile geçmemişti. Bunu aklına sokan onun en iyi arkadaşlarından Peter'di. Son konuşmalarında bu konudan da bahsetmişlerdi ve Peter böyle bir düşüncesini Isabel ile paylaşmıştı. Isabella başta olamayacağını düşünmüş ama sonradan bunun olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Peter'e güvenirdi ve düşünceleri onun için çok önemliydi. Bu nedenle de onun düşüncelerini, duygularını ve yorumlarını kafasından kolay kolay atamazdı işte.
"Nerden nereye geldim yine." diye düşünerek güldü Isabella.
Annesi onun bu pek de sessiz olmayan kahkahasını duymuştu. Kızının güzel gülümsemesi duymak onu mutlu etmişti. Bir süre Isabella'ya eşlik ederek güldü.
Sonunda durduğunda; "Seni çok özleyeceğim. Hele bu gülümsemen..." diye söylendi ağlamaklı bir ses tonuyla.
Her ne kadar annesi özlemeyecek olduğunu söylese de gelip ona sıkıca sarıldı ve onunla birlikte ağlamaya başladı. Bir süre birbirlerine sıkıca sarılıp ağladılar. Sonunda annesi kızının ağlamasına dayanamayarak kızından ayrıldı ve gözyaşlarını sildi.
Isabella'nın çenesini tuttu ve gözlerine bakmasını sağladı.
"Seni seviyorum meleğim... Ama sakın üzülme. Ağlama... Sen ağladığında yüreğimde senin gülücüklerinle beraber açılan çiçekler de ağlıyor kızım. Ağlama." dedi kızının alnına minik bir öpücük kondururken.
Isabella sustu. Sonra da annesinin koluna girip onunla birlikte arabaya kadar geldi. Kapıyı açtı ve annesine döndü.
"Hava alanına gelme anne... Burada vedalaşalım." dedi annesinin kolunu bırakırken.
Gözleri yaşlı anne itiraz edecek oldu ama Isabella izin vermedi. Kararını vermişti. Hava alanına yalnız gidecekti.
Annesi Isabella'ya mavi buğulu gözlerle bakıyordu. Sağ yanağını kaldırıp kızının yanağını okşadı. Sonra ona uzanıp yanaklarını öptü ve sarıldı. Isabella iç çekerek sıkıca sarıldı annesine. Annesiyse kızının çilek kokulu saçlarınun mis kokusunu içine çekti.Bu sarılma belki de son sarılmalarıydı. Ancak kim bilebilirdi ki geleceği Tanrı'dan başka?
İstemeyerek de olsa ayrıldılar birbirlerinin kollarından. Son bir kez fısıldadılar birbirlerine...
"Seni seviyorum, anne..."
"Seni seviyorum, tatlım..."