|
|
| Jack William Black | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Jack William Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 2738 Nerden : Transilvanya Patronus : ^^2 Yıl sonraya inşallah^^ Tarafı : Karanlık Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : Kontrolsüz Çağrı: En iyi büyü Expelliarmus. - 22 cm. Özel Yetenek : Yaşamak :D Evcil Hayvan : Baykuş Wood Kayıt tarihi : 08/07/09
| Konu: Jack William Black Ptsi Ağus. 31, 2009 5:34 pm | |
| Gece Sessizliği
Bölüm1 ~ Ormanda...
Şu anda bulunduğum ormanda, uluyan kurtlar, değişik yaratıklar bulunuyordu. Kendimi onlara adamış, dillerinden anlıyor gibiydim. İnsanlardan bıkmıştım artık. Kana susamıştım ve insanların yanında kanlarını emecek kadar budala biri olduğumu sanmıyordum. Eğildim ve yanımdaki çam ağacının arkasında bir şeyin hareket ettiğini, bir diğeriyle fısıldaştığını duyar gibi oldum. Hiçbir yere değmemeye özen göstererek sessiz bir şekilde oraya doğru yaklaştım. Kimse yoktu, kaçmış olabilirlerdi ancak böyle bir şeyin ihtimali, bir insanın ölmeden bin yıl yaşayabilmesi ihtimalinden bile daha azdı. Belki de bana öyle gelmişti, yani orada kimsecikler olmayabilirdi de.
Bu ormanda yaklaşık bir saattir zaman kaybetmiştim. Kanını emmek istediğim kurtlara henüz yaklaşamamıştım ve etrafımda gördüğüm kadarıyla ölü bir insan yoktu. Ölüler, bana her zaman mutluluk verirdi, susamış olsam da onları gördüğüm an keyfim yerine gelirdi. Çok kan kaybetmelerine rağmen içlerinde bir müddet kan bulunurdu. Ardından hiç vakit kaybetmeden, iskeletimsi bir görünüm kazanan insan cesedinin yanına yaklaşır ve onun kanını emerdim.
O sırada, varlıklarından emin olduğum insanların fısıldamaları kulağıma geldi. yanlarına yaklaştım ve görünmezlik şapkamı taktım. Konuşmalarına kulak misafiri olmak isterdim ancak susamışlığım, bu işi iyiden iyiye zorlaştırıyordu. Üstlerine atlamak arzusuyla, hemen önlerinde bitiverdim ve ayaklarımı yerden keserek iki insanın bitiştiği yere düştüm; önce onları sivri dişlerimle öldürdüm ve dışarı çıkan kanları, hiç vakit kaybetmeden emmeye başladım. Gerçekten çok susamıştım, bunu bu gece buraya gelmeden önce hissetmeye başlamıştım. İnsanların içinde kan kalmamıştı ve dışarı saçılan kızıl kanlar, yerdeki otları öldürüyor gibiydi. Hiç vakit kaybetmeden şapkamın düştüğünü fark ettim ve ona acırcasına bakarak yerden aldım. Çok hırpalanmıştı. Artık yenisini almam gerekliydi zaten, babamı ikna etmek için de bir bahanem olmuştu.
Susuzluğumun dindiği sıralarda kurtların ulumaları artıyordu. Etrafımda duran ağaçlar, rüzgârdan olsa gerek, köklerinden kopmak üzereydi. Onlara acımıştım. Ama şu an üstüm başım kandan sırılsıklam olmuşken benim değil, onların bana acıması gerekliydi. Şimdi bunları düşünme vakti değildi. Bu zifiri karanlıkta, ormandan ayrılmam gerekirdi. Buranın çıkışını bulmak zordu fakat ben Cisimlenme Sınavı’na girmiş bir reşit olarak, buradan evime cisimlenebilirdim.
En son Jack William Black tarafından Salı Eyl. 01, 2009 5:33 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Jack William Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 2738 Nerden : Transilvanya Patronus : ^^2 Yıl sonraya inşallah^^ Tarafı : Karanlık Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : Kontrolsüz Çağrı: En iyi büyü Expelliarmus. - 22 cm. Özel Yetenek : Yaşamak :D Evcil Hayvan : Baykuş Wood Kayıt tarihi : 08/07/09
| Konu: Geri: Jack William Black Salı Eyl. 01, 2009 1:52 pm | |
| Bölüm 2 ~ Yeni Ev Cini
Önce üstümdeki kanları temizlemem gerekliydi. "Aklapakla!" diye mırıldandım ve üstümdeki kanlar temizlenip, eskisi gibi olmuştu. Ardından eve cisimlenmek üzere kayboldum. Pop sesiyle evimin girişinde belirmiştim. Bahçenin güvenlik önlemleri, içeriye hırsız girmesini ya da yağmur yağmasını engelliyordu. Evin zili boyumdan birkaç santim yukarıdaydı. Kırmızı çatılı evimizin üstüne düşen parlak ay ışığı, çevredeki evlerde yoktu. Hatta yağmur yağıyordu. Elim zile doğru kayarken annemin pencereden baktığını görmezden gelerek zili çaldım. Etrafta yankılanan bir Ding-Dong sesinden sonra annemin yüzü pencereden ayrıldı. Başka bir yere gitmiş olmalıydı ki, kapıyı bana ablam açtı. “Selam.” dedim ona, bana karşılığını vermeden önce.
Ablamı uzun süredir görmemiştim, teyzemlerde kalıyordu bir süre için. Sarı saçları, dışarıdan gelen ışıkla parlıyordu, uzamıştı. Boyunda bir değişiklik yoktu fakat onda göremediğim bir farklılık var gibiydi. “Hey, saat kaçta geldin abla?” diye merak ettiğim soruyu sordum. Annemin içeride büyü denemelerinden ve babamın onarmaya çalıştığı vazodan gelen sesler, ablamın verdiği cevabı bastırmıştı fakat ben onu duyabiliyordum. Dört saat önce geldiğini söylüyordu. “Peki sen neredeydin Wénton?” Bir vampir olduğumu ona söylememiştim hiçbir zaman. Aslına bakılırsa kimseye söylememiştim. Bu nedenle onu odama davet edip konuşmalıydım.
Ebeveynlerim beni önemserlerdi, fakat bu saate kadar nerede olduğumu sormazlardı, çünkü dışarıda oyun oynadığımı sanırlardı. Hep böyle olmuştu şimdiye kadar. Saat yediye yaklaşınca annem herkesi yemeğe çağırdı. Herkesin masaya oturduğunu fark ettim, bir kişi hariç. Annem masada yoktu. Kimse bir şey diyemedi. Mutfaktan sesler de gelmiyordu. Ardından annem, başından çıkardığı bir şapkayla masadaki yerinde oturdu. Elindeki şapkayı herkese göstermek istercesine kaldırdı ve bana “Bu ne Wénton?” dedi kızgın bir ses tonuyla. “Şapka…” diye yanıt verdim. Annem devam etti, ardından ben. “Peki, neden başımdan çıkarınca göründü de başımdayken görünmüyordu. Bu da nerden çıktı?” “Şey, size haber vermeden bir şey almıştım da ama-“ “Kes!” Annem ilk kez kızgındı son on gündür, bildiğim kadarıyla. Bu yüzden yemeğimi hızlıca yiyip odama çıktım ve giderken ablama yemekten sonra odama gelmesi için bir işaret yaptım. O da ağzını tamam dercesine oynattı.
Yukarı çıkan tahta merdivenleri geçtim ve sağdaki koridorun başındaki odamın kapalı kapısına doğru yürüdüm. İçerisi yeni toplanmış gibiydi, annem toplamış olmalıydı. Pek geniş odamın neredeyse her yeri eşyayla doluydu ve yürümek için bir yol yapılması (!) gerekliydi. Dikkatlice hiçbir şeye basmamak istercesine yatağıma doğru gittim ve oturdum. Tam ablamı beklerken kapının arkasından bir şey fırladı ve kapı pat diye kapandı. Ormanda görmeye alışık olduğum yaratıklara benziyordu. Eskiden de evimizde olan ve bize hizmet eden Ev Cini türlerindendi. Bunu hemen olmasa da anlamıştım.
Korkmamıştım ama biraz ürpermiştim. Tipi çok değişikti, diğer ev cinlerinden farklı olarak. Kulaklarının ucu, burnu gibi sipsivriydi ve gözleri Çinliler gibi çekikti. “Ah velet! Sen de kimsin, ha?” diye söylendi cin ukalaca. “Hey, benimle düzgün konuş seni pis hizmetkar! Ben senin sahibinim ve sen bana ne cüretle velet diyorsun?” dedim ona kızgın bir şekilde. “Ah, özür dilerim efendim...” Şimdi ayaklarıma kapanırcasına eğildi ve tahmin ettiğim gibi ayaklarıma kapanmak istedi. O pis elleriyle bir yerlerime dokunduracak değildim. Bu yüzden hemen odamdan çıktım. Ablam hâla gelmemişti. Aşağı indiğimde, karnımda bir ağrı hissettim. Ablam yemeğinin sonlarındaydı, yukarıdan değişik sesler geliyordu. Yeni ev cini bir şeyler yapıyor olmalıydı.
Apar topar yukarı çıktım ve odamın kapısını kapalı buldum, açmaya çalıştım fakat ev cini içeride bir şeyler yapıyordu. Bunu tıkırtılardan anladım. “Alohomora!” Kapı patlarcasına açıldı ve ev cinini yanlış anladığımın farkına yeni vardım. Ev cini odamı delicesine temizliyordu. “Hey, pardon senin adın neydi diye sormaya gelmiştim de...” “Ellen.” dedi cin masumca. “Şey, teşekkürler… Temizlik için.” “Efendim, bu benim işim.” demekle yetindi Ellen ve dışarı çıktı.
Onun çıkmasıyla ablamın girmesi bir oldu içeriye. Ellen ablamın ayaklarına kapanmak istedi fakat ablam onu ayağıyla tersleyip odamın kapısını kapatarak içeri girdi. Onunla ne konuşacağımı merak içinde bekliyor gibiydi.
En son Jack William Black tarafından Ptsi Eyl. 07, 2009 6:17 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Jack William Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 2738 Nerden : Transilvanya Patronus : ^^2 Yıl sonraya inşallah^^ Tarafı : Karanlık Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : Kontrolsüz Çağrı: En iyi büyü Expelliarmus. - 22 cm. Özel Yetenek : Yaşamak :D Evcil Hayvan : Baykuş Wood Kayıt tarihi : 08/07/09
| Konu: Geri: Jack William Black Çarş. Eyl. 02, 2009 6:39 pm | |
| Bölüm 3 ~ Büyük Sır
Ablamın yanına oturmasıyla ne söyleyeceğimi unutmam bir oldu. Üstelik ablam oturur oturmaz bana, kendisine ne anlatacağımı merak ettiğini, hemen anlatmam gerektiğini söyledi. Bu da düşünme yeteneğimin hızla çalışmasına neden oldu. Bir an önce hatırlamam gerekiyordu, ben ablama bir sır verecektim, ama nasıl bir sırdı bu? Hayatımla ilgili miydi, yoksa... Evet, şimdi hatırladım, hayatımla ilgili bir şey anlatacaktım, o sözlerini tekrarlarken ben direk konuya girmeyi, lafı gevelemeden anlatmayı uygun bularak başladım durumu anlatmaya. “Ablacım, seni ve ailemi her şeyden çok seviyorum, biliyorsunuz. Sizinle çoğu şeyimi paylaşırım. Özellikle seninle.” Bir erkek olarak bu sözleri nasıl içtenlikle söylediğime kendim bile şaşırıyordum. “Ee... Neyse ben konuya gireyim hemen. Abla, sana kimseye söylemeyeceğine and içersen bir şey söylemek istiyorum” “Niye and içecekmişim?” “Bozulmaz yemin etmen gerek; çünkü bunu kimseye söylemeyeceğini kesinlikle bilmem gerek.” Ablamın ağzından zorlukla, bozulmaz yemin ettiğine dair kelimeler çıktı. “Peki, kimseye söylemeyeceğime... kimseye az sonra bana söyleceğin şeyi söylemeyeceğine, and içerim.” Şimdi ona, bir vampir olduğumu bunca yıl sakladığımı anlatacaktım. “Evet, bitirmek üzere başlıyorum. Anlatacağım şey kısa olduğu için seni çok sıkmayacağım. Söylüyorum, ben... Unutma kimseye söylemek yok.” “Tamam, tamam.” “Ben, ben bir, ehem... ben bir vam-vampirim.” Tam o sırada ablamın kanını emip, onu yok etme isteği doğdu içimde. Ondan nefret ediyordum. O şaşkınlık içindeyken, benim bir vampir kimliğime bürünmüş olduğumu fark etmesi uzun sürmemişti. Ben ona saldırmadan önce cisimlenebilirdi belki ama, benden hızlı davranamazsa kaçamazdı. Bu düşünceler altındayken…
Gözümün önünden bir film şeridi gibi geçen eski anılarım, kendimi kaybetmeye başlayışım, kontrolümü elimden yitirişim... Bunların hepsi ablamın marifetiydi, bunu ancak ayıldığımda, bayılmamdan yaklaşık yarım saat sonra, öğrenmiştim. Anlatılanların bir kısmı, ablamın cisimlenmeden önce beni sersemlettiği, bir kısmı ise Kedavra Lanetinden kurtulduğumla ilgili şeylerdi. Ben bu ikisine de inanmıyordum, ablam yapmış olamazdı. Ama eğer ben bayılmasam ona böyle bir şey yapacaktım, benden beklenmiyorsa ondan da beklenmedik bir şey olabilirdi. O bakımdan mantıklı olana, beni sersemlettiğine inanmakla yetindim. Bunları nasıl öğrendikleri umurumda değildi, bir şekilde öğrenilmişti işte. Neyse ki ablama bozulmaz yemin ettirmiştim, eğer öyle olmasaydı herkese yayabilirdi ve benim gizliliğimin anlamı kalmazdı. “Ben neredeyim, anne?” “St. Mungo hayatım. Daha iyisin değil mi? Ah, kahrolasıca ablan...” “Okulum ne zaman başlıyordu peki?” “1 Eylül’de, tam bir hafta sonra.” Buradan hızlıca çıkmam gerekliydi, bir hafta içerisinde. “Peki tedavim nasıl gidiyor? İyileşecek miyim bari?” “Evet, son hızla yapıyorlar bu tedaviyi.” “Ablam nereye gitti peki beni sersemlettikten sonra?” “O Portekiz’e kaçmış, kimse onu bulamasın diye bir mağaranın içini ev dizaynı yapıp orada kalmayı tercih ediyor.” Buradan en yakın zamanda çıkacağımdan emindim, ancak içimdeki susuzluk artıyor, bu susuzluğu dindirmenin tek yolu olarak ablamın kanından faydalanmak istiyordum. Ona içimde büyük bir kin doğmuştu ve vampir olduğumu ona söylemektense bir Keleker’i tercih ederdim. | |
| | | Jack William Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 2738 Nerden : Transilvanya Patronus : ^^2 Yıl sonraya inşallah^^ Tarafı : Karanlık Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : Kontrolsüz Çağrı: En iyi büyü Expelliarmus. - 22 cm. Özel Yetenek : Yaşamak :D Evcil Hayvan : Baykuş Wood Kayıt tarihi : 08/07/09
| Konu: Geri: Jack William Black Ptsi Eyl. 07, 2009 12:41 pm | |
| Bölüm 4 ~ Okula Dönüş
Hastanede kaldığım bir hafta boyunca yaptığım şeyler arasında, çok susadığımı fark eder gibi oluyordum. Ama ablam beni sersemletmişti vampir olduğumu ona söyledikten sonra, bu gerçeği bir daha başkasına söylememeyi tercih ederdim, hem bu vampirliğimi kimden almıştım? Hastaneden taburcu olduktan sonraki, okullar açılmadan evde geçireceğim son haftamda, boş vakitlerimde odama çekilip bu soruyu kendi kendime soruyor, olmayan cevabı bulmaya çalışıyordum. Susamıştım ayrıca, ancak yine Orman’a gidip risk almam gerekirdi, akıllıca bir şey değildi. En akıllıca olarak okuldaki Yasak Orman’a sığınabilirdim.
“Hey, biraz dikkat etsene anne!” Okula döneceğimden hazırlıklarım başlamıştı. Az sonra istasyona gidecektim, hazırlıklarımı her yıl olduğu gibi bu sene de son saniyeye bırakmıştım. Pek bir şey yoktu sandığımı toplamada, öğrendiğim büyülerden birini uygulamam gerekirdi. Öyle yaptım. Bir kız olmadığım için şanslı sayılırdım, çünkü hazırlanmam uzun sürmüyordu. Ben hazırlandım ve aşağı kata, oturma odasına geçtim. Burası çok sıcak olmuştu. Asamın bir hareketiyle açtım pencereyi. Tam oturacaktım ki, arkamdan bir ses “Hadi gidelim.” diyince önce donup kaldım, daha sonra kim olduğunu anlamak için arkama döndüm. Annemdi, yanında babam da duruyordu. “Hadi…”
Hepimiz aynı anda cisimlendik Londra’daki istasyona. Şak. İstasyondaydık şimdi, arkamdan gelen şak sesleri, annemle babamın geldiği izlenimindeydi. Aslında tam olarak istasyona cisimlenmemiştik, sonuçta orası Muggle kaynıyordu. Biz de istasyonun hemen girişindeki boş kır araziye cisimledik kendimizi. İstasyondan içeri girer girmez, harikulade bir gişe sırasında bulduk kendimizi. Önce arkadaşlarımı aradım, belki beni önlerine alabilirlerdi. Gözümle taradığım yerde onları görememiştim. “Öf, Steve’i göremedim anne.”
Sonunda sıra bitmişti. Diğer tarafa geçmiştik. Hogwarts’tan birkaç kişi peron dokuz çeyrekten geçiyordu. Anne ve babam gelmeyecekti oraya, onları yolculadım ve koşarak dokuz ve onuncu peronun arasına... Evet, Hogwarts Ekspresi’nin içimi rahatlatan düt sesini duymuştum şimdi ve Steve’i. “Hey Wénton! Nasılsın ahbap, görmeyeli değişmemişsin!” “İyiyim, ya sen?” dedim tokalaşırken. “Hadi trene binelim bir an önce, sıkıldım burada seni beklerken ya!” “Tamam olur.” Ardından Steve’in önerdiği gibi kendimize bir kompartıman aradık ve arkalarda bir yerde bulduk. “Romilda yok mu peki?” “Romilda... Gelir şimdi, henüz onu göremedim.” (Romilda, en iyi ikinci dostumdu, Steve'den sonra) Steve haklıydı, Romilda şimdi gelmişti, ama onda ufak bir değişiklik vardı, ya da pek ufak sayılmazdı... | |
| | | Jack William Black Muggle* Lütfen bir mesleğe ya da seçmen şapkaya başvuru yapın.
Mesaj Sayısı : 2738 Nerden : Transilvanya Patronus : ^^2 Yıl sonraya inşallah^^ Tarafı : Karanlık Kan Durumu : Safkan Rp yaşı : 13 Asası : Kontrolsüz Çağrı: En iyi büyü Expelliarmus. - 22 cm. Özel Yetenek : Yaşamak :D Evcil Hayvan : Baykuş Wood Kayıt tarihi : 08/07/09
| Konu: Geri: Jack William Black Çarş. Eyl. 09, 2009 10:57 am | |
| Bölüm 5 ~ Trende...
“Ne oldu sana?” dedim hızla ayağa kalkıp Romilda’ya iğrenerek bakarken. “Görmüyorsun galiba?” Romilda da haklı olarak sinirlenmişti bu duruma, bir şaka yapılmış gibiydi kendisine. Kompartımanın kapısı açıldı uzun bir süreden sonra. En nefret ettiğim çocuk içeri girmişti, Dickson. “Hey Romilda, başını çamur banyosunda mı yıkadın?” dedi Dickson. Ona aldırmadık biz doğru olanı yaparak. “Hadi anlat Romilda meraktan çatlıyoruz burada Wénton’la.” dedi Steve kalktığı koltuğa tekrar oturarak. “Peki anlatıyorum, ama gülmeyeceksiniz” “Tamam, tamam.” dedim geçiştirircesine, bir an önce Romilda’ya ne olduğunu öğrenmek amacıyla.
Uzun bir anlatışın sonunda Romilda’nın bir Muggle şakasına nasıl kurban gittiğini, başındaki bu pis çamurun bir Muggle şakasıyla döküldüğünü öğrenmiş oldum. “Peki, bunu sana yapanın kim olduğunu biliyor musun?” dedim tren hızlanmaya başlarken. “Hayır, bilmiyorum maalesef Wénton.” Romilda’nın verdiği bu cevaptan sonra, Steve sevgilisi Avis ile buluşmaya, Romilda ise kardeşlerinin bulunduğu kompartımana gitti. Ben şimdi iki koltuğu saymazsak yalnız kalmıştım. Ne yapacağımı düşünmekten başka bir çarem yok gibiydi. Uzun bir süre düşündükten sonra sandığımı karıştırıp Vampir Olmak kitabımı okumaya karar verdim. Bu kitabı sandığımın pek altlarına koyardım, biri sandığımı karıştırdığında kolay kolay bulamasın diye.
Şimdi trenin geçtiği yerler tamamıyla ormanlık alandan ibaretti. Ben de bu durum nedeniyle bir hayli susuyordum. Tanrı’ya şu an kan emme imkânım olsaydı keşke, diye yalvarıyordum içimden sessizce. Bir an, içimdeki bir ses Dickson’u şu anda öldürmenin pekiyi bir fikir olabileceğini üsteleyerek anlatmaya çalışıyordu bana. Bu ses sıradan değil gibiydi. Bana göre mantıklıydı ve planın iyi gitmesi durumunda olaya kaza süsü de verilebilirdi. Evet, şimdi açmak üzere olup da, okumaktan vazgeçtiğim elimdeki bu kitabı sandıktaki yerine koyacak, bir an önce ebedi can düşmanım Dickson’u öldürecektim, böyle karar veriyordum tam sandığımı kapatırken. Ama sandığımı kapatma hızı, bu işin yarısına geldiğimde hızlanmıştı; odaya Romilda girmişti. “Ne çabuk döndün sen...” “Evet, ama hemen gideceğim, sandığımdan unuttuğum bir kitabımı alacaktım da...” Sesi pek inandırıcı olmamıştı. Bir süre sonra, Romilda sandığında bir şeyler aranmaya başladı sonra onu evde unuttuğu bahanesiyle benim sandığıma saldırdı. “Hey, sen ne yaptığını sanıyorsun? Sana ne istiyorsan ben de bulabilirim!” diyip onu sandığımın başından attım.
Durumu ancak Romila gittiğinde kavrayabildim. O odaya girdiğinde beni sandığımın başında görmüştü, haliyle ne olduğunu öğrenmek içinse bir bahane bulup benim sandığımı karıştırmaya çalışmıştı. Ama şimdi o gittiğine göre ben de kendi planımı uygulamaya hazırdım. Görünmezlik Şapka’mı başıma geçirdim ve Dickson’un yalnız başına oturduğu kompartımanı aradım. Bu pek kolay olmadı açıkçası, insanlar beni görmüyordu yürürken, bu da bana çarpmalarına neden oluyordu. Neyse ki koridorda dolaşanlar bunu anlamıyor, yanındaki veya arkasındaki bir arkadaşının çarptığını sanıyorlardı.
Dickson’un olduğu kompartımana vardığımda saklanacak yer bulmakta zorlanmadım. Dickson orada oturuyor, etrafı seyrediyordu. Şu an ne kadar salakça görünüyordu, hiç görmediğim kadar. Aynı zamanda biraz dalgın gibiydi, sanki kafasını kurcalayan bir şey vardı; ona saldırmamın tam sırasıydı. Aynı ormanda olduğu gibi, şapkamın varlığını unutarak onun yanına oturdum hızlıca ve tam o sırada şapkam yere düşüp beni elvermişti. Dickson arkasını dönüp beni fark etmişti, aynı anda ben de kaçmak üzere ayağa kalkıyordum ki tam o sırada asasını cebinden çıkarıp bana doğru doğrultması ve “Petrificius Totalus!” demesi bir oldu. Büyünün etkisiyle başımı sertçe yere vurarak düştüm o sırada. Ölecek gibiydim, oysaki ben öldürmeye gelmiştim. Kıpırdayamıyordum. Neyse ki o aptal, üstüme şapkayı koymamıştı. Yoksa beni kimse göremezdi. Ama ben hâla beni bir an önce bulabileceklerine ilişkin tereddütler içerisindeydim. | |
| | | | Jack William Black | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|